Kişisel Marka Röportajları 7: Emir Kosif

Markalaşmış isimlerle ilham veren röportajlarımızın yepyeni konuğu: 

The Brain Group’un Kurucusu ve Yılın İş Adamı seçilen ismi Emir Kosif!

Dijital gücün farkındalığına da sahip binlerce takipçiye sahip aktif bir sosyal medya kullanıcısı…

Emir Kosif” olarak isminizi markalaştırmış profesyonellerden birisiniz. Kişisel markanızı tanımlayan 3 kelime nedir?

Bunu “Emir Kosif” markasını anlattığını düşündüğüm 3 kelime olarak değil; bana geri bildirimi en sık yapılan 3 kelime olarak cevaplamak istiyorum: İkna edici, Güvenilir ve Proaktif

Markanızın sahiplendiği değerler nelerdir?

Markamın sahiplendiği en önemli değer: Samimiyet ve adalet. Bu iki gözlüğü, gözünüzden çıkartmadan baktığınızda her daim doğru kararlara, insanlara, işlere, projelere dokunuyor ve çok değil, iyi çalıştığınız zaman sürdürülebilir başarılara imza atıyorsunuz.

Kişisel marka hikayenizdeki en güçlü kırılım ya da viraj anı nedir?

Çocuk yaşlarımdan beri sürekli iş hayatının bir tarafından tutmaya çalışan ve bundan keyif alan bir birey olarak bu çocukluk tecrübelerinin karşılaşabileceğim olası sert virajları oldukça yumuşattığını düşünüyorum.
Yine de bir özel nokta belirlemek gerekirse, 22 yaşında bir üniversite öğrencisi olarak hali hazırda kabul edilmiş başvurularımı bir kenara itip, kariyerim için gerçekten inandığım ve istediğimin peşinden gidip, henüz başvuru sürecimde ilerleme olmamış olan Vodafone Türkiye’de gelişecek olan süreci beklemek diyebilirim.
Vodafone Türkiye’deki 20 aylık serüvenimde olumlu/olumsuz birçok tecrübe edindim. 

“İyi şeyler iyi insanların başına gelir. İyiliğin peşinden gitmekte ısrarcı olursanız, iyilik de sizin peşinizden gelmek konusunda ısrarcı oluyor.”

Özellikle Linkedln, Instagram ve Twitter mecralarını aktif kullanıyorsunuz. Bu hesapları stratejik bir planlamayla mı; yoksa spontane mı ilerletiyorsunuz?

Çok güzel bir soru, teşekkür ederim. Aslında ikisi bir arada hem stratejik hem de spontane ilerletiyorum. Ama benim için en önemlisi platformları amacına uygun kullanmak. İnsanlarımız bu platformları arkadaşlık platformu gibi görüp, takip etmek ya da etmemek konusunda gönül koyabiliyor.
Instagram’ı tamamen çektiğim/çekildiğim fotoğrafları insanların beğenisine sunduğum ve manzara/doğa/canlı odaklı hesapları takip ettiğim bir fotoğraf platformu olarak kullanırken; Linkedln’i iş fırsatları, eğitim ve profesyonellere sesimi duyurmak, yardımcı olmak amacıyla kullanıyorum.
Tabii muhakkak ben de çok şey öğreniyorum. Twitter tarafında ise genel anlamda İş ve daha çok Fenerbahçe camiasına hitap eden düşüncelerimi paylaşıyorum.

Sizi sektördeki diğer isimlerden ayıran ve farklılaştıran en önemli özelliğinizin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Ben ne çok duygusalım ne de sadece mantıkçıyım. Kalbim ve Beynimi bir arada kullanmaya özen gösteriyorum ve bunun bana daha doğru, isabetli kararlar verdirdiğine inanıyorum. Her ne yapıyorsam, adalet ve samimiyet gözlüklerimi de asla çıkartmadan fark yaratmaya özen gösteriyorum.
Beni tanıyan biri ilişkili olduğum bir kurumun bir işini gördüğünde beni arayıp bunu belli ki sen yapmışsın diyorsa, benim için işlem tamam demektir. 
Fark yaratmak klişe gibi gözükse de ülkemizle sınırlı kalmayıp özellikle globaldeki çalışmaları takip edip, iyi analiz edip, araştırmaktan vazgeçmediğinizde herkes gibi düşünmemeye başlıyorsunuz.
Özellikle otomotiv tarafından bahsetmek gerekirse, tanıdığım ya da hiç tanımadığım birinden aldığım “Hiç aklımızda olmayan bir şeyi satın aldık.” cümlesi beni en çok mutlu eden detay.
Çünkü kendimi tam olarak onların yerine koyup, doğru sorular yardımıyla ihtiyaçlarını iyi anlayarak onların satın alma kararlarındaki pişman olma riskini minimuma indirecek bir yaklaşım göstermeye gayret ediyorum.
Haliyle bu da tıpkı bir evlilik gibi uzun soluklu bir güven ilişkisine vesile oluyor.

“The Brain Group”u kurmanızdaki en büyük motivasyon sebeplerinizden birisinin globalleşmiş Türk markalarının sınırlı olması durumu olduğunuzu belirtiyorsunuz. 
Peki planlarınız arasında kişisel markanızın globalleşmesi için aksiyon almak bulunuyor mu?

Aslında tam olarak globalleşmiş Türk markalarının sınırlı olması sebebiyle kurmadım. Türk markalarının globale aday olabilecek ölçekte fark yarartan çalışmaları yeterli sıklık ve zenginlikte hayata geçmediği için, bu alanda büyük fırsatlar olduğunu görerek kurdum.
Yani “The Brain Group” diye bir firma kurayım ve globalleşmiş bir Türk markası haline getireyim anlayışıyla değil, The Brain Group’un hizmetleri aracılığıyla Türk markaları daha güzel işler yapsın, global anlayışla yönetilen ve projeler üreten daha fazla marka ortaya çıkartabilelim diye kurdum.
Emir Kosif ve The Brain Group markaları şimdiden birbiriyle çok özdeşleşmiş durumda. Birlikte çalıştığımız kıymetli iş arkadaşlarımız ve iş ortaklarımızla beraber başarılı projeler üretmeye devam ettikçe hem “The Brain Group” hem de “Emir Kosif” markası şüphesiz daha da global bir imza haline gelecektir.

Başarınıza katkı sağlayan bir numaralı yaşam rutini nedir?

Sevdiğim işleri yapmak diyebilirim. İstemediğim, sevmediğim ve inanmadığım hiçbir şeyin peşinden gitmiyorum. Bu da yaptığım işlerdeki başarılı olma ihtimalimi çok daha yüksek seviyelerde tutuyor.

“İstemediğim, sevmediğim ve inanmadığım hiçbir şeyin peşinden gitmiyorum. Bu da yaptığım işlerdeki başarılı olma ihtimalimi çok daha yüksek seviyelerde tutuyor.”

Takip ettiğiniz markalaşmış isimler kimlerdir?

Özellikle ekonomi alanında kıymet verdiğim 2 değerli markayı paylaşmak isterim: Sayın Emre Alkin ve Sayın Özgür Demirtaş.

Size cesaret ve ilham veren bir motto/quote var mıdır?

İyi şeyler iyi insanların başına gelir. İyiliğin peşinden gitmekte ısrarcı olursanız, iyilik de sizin peşinizden gelmek konusunda ısrarcı oluyor. Buna inanıyor, bu şekilde yaşıyorum.

İnsanların yoğun rekabet içersinde olduğu 21. yüzyılda “kişisel marka” kavramının geleceği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Bu konuda kişilere tavsiyeniz ne olur? 

Geçtiğimiz hafta Emir Kosif ile Gündem “Kariyer Yolculuğu” programında ağırladığım sayın Suat Soylu çok güzel bir konuyu hatırlattı. Bundan 20 yıl önce artık biteceği söylenen meslekler hala devam ediyor.
Yoğun bir şekilde dijitalleştiğimiz ve dijitale yöneldiğimiz bu yıllarda artık kişisel markalarımız çok daha önemli olacak. Onlarca/yüzlerce kişiye hitap eden kişisel markalarımız artık binlerce, yüzbinlerce hatta milyonlarca kişiye hitap etme şansına sahip.
Dolayısıyla hem sosyal hayatımızda hem iş hayatımızda hem de sosyal medyalarımızdaki her bir aksiyonumuza eskisinden çok daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor.
Eskiler 3 düşün 1 konuş derdi, şimdilerde 10 düşünüp 1 konuşmak lazım.

Önceki İçerikKişisel Marka Hikayeleri 8: Arianna Huffington
Sonraki İçerikKişisel Marka Röportajları 8: Özlem Sökmen